25 Temmuz 2015

‘Orada Gezi’yle Rojava’nın kucaklaşmasının intikamı alındı!’

Ece, Büşra, Alican, Ezgi, Alper… Onlarca gencin katledildiği Suruç’ta, ölümden kılpayı kurtulan Özgür Eski anlattı

Tartışılacak bir şey değildir ölüm, zira ölen için her şey bitmiştir. “Her ölüm erken ölümdür” ama genç ölümler için bütün sözler, bütün dizeler yetersiz kalır. Gençlerin ölüyor olması büyük bir çaresizliktir. Bazen “kahpe” diyerek kızdığımız hayat bile genç ölümlerin karşısında sesini çıkaramaz, utanır susar… Bir de hedef seçilmişlerse eğer, ölümün kendisi bile ne yapacağını şaşırır. Öldürmemek için hiçbir canlının olmadığı diyarlara gitmek ister ölüm. Ancak, bazı topraklarda bu mümkün değildir. Artık ölüm bir ülkenin kendisidir, bu yüzden utanacak hale gelmiştir.

Geçtiğimiz günlerde Suruç’ta otuz iki genç parçalanarak öldürüldüğünde, ölüm de, hayat da utancından yerin dibine girdi. Ece, Büşra, Duygu, Alper, Ezgi, Koray, Alican, Ezgi, Çağdaş, Nazlı, Nartan, Ferdane, Serhat, Mert, Erdal, Süleyman, Cebrail, Veysel, Nazegül, Osman, Dilek, Yunus Emre, Mehmet Ali, Murat, Emrullah, İsmet, Okan, Süleyman… Başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin çeşitli kentlerinden Suruç’taki Amara Kültür Merkezi’ne geldiler. Uzun yolculuktan yorgun düşmüşlerdi, sabahtı, çok sıcaktı. Amara’nın bahçesinde soluklanırken bir yandan da Kobane’ye gitme hazırlıkları yapmaya başladılar. Birtakım prosedürlerin yerine getirilmesi gerekiyordu. Kobaneli çocuklar için beraberlerinde getirdikleri, oyuncaklar, kalemler, kağıtlar, boyalar… yetmeyecekti. Bir kısmı dükkanlardan eksik kalanları satın almak için Amara’dan uzaklaştı. Kobane’ye giriş işlemleri için nüfus fotokopisi gerekiyordu, bir kısmı da bu işleri halletmek için bulunduğu yerden ayrıldı. 

Saat on bire geliyordu. Gün içinde ne yapacaklarının, Kobane’ye nasıl gideceklerinin, bunun için ne tür işlemlere gerek olduğunun bilgisini vermek için içlerinden biri herkese hitaben konuşmaya başladı. Konuşanı kalabalık grup ortasına almıştı. Diğerleri de bahçenin çeşitli yerlerine dağılmış, hem konuşan arkadaşlarını dinliyor, hem de dinleniyorlardı. Ece, uzun sarı saçlarıyla konuşan arkadaşına yakın bir yerde duruyordu. Alican, Ezgi ve diğerleri de kalabalık içindeydi. Büşra’yı kalabalığın on metre ötesinde görmüşlerdi. Bir ağaca yaslanmış o da dikkatle konuşulanları dinliyordu. Yirmi saatlik yola rağmen kimse açlıktan bahsetmiyordu. Belli ki, yakın bir yerde mola vermiş, kahvaltılarını yapmışlardı. Kobane’ye gitmeleri gecikirse ikinci bir kahvaltıya girişirlerdi belki. Ama bu gidememe süresi daha da uzarsa, birkaç saat sonra gölgeye kesecek Amara’nın bahçesinde türkü söyleyip, halay da çekerlerdi… 

 

Halk yaralıları hastaneye yetiştirmek isteyince…

 

HDP üyesi Özgür Eski’de aralarındaydı. O da aynı konvoyla, Sosyalist Gençlik Derneği Federasyonu (SGDF) ekibiyle gelmişti. Ama onun bulunduğu otobüs bir iki saat önce ulaşmıştı kültür merkezine. Önce gelenler, Amara’nın bahçesine kurulan uzun masada kahvaltılarını yaptıktan sonra diğerlerinin gelmelerini beklediler. Diğerleri de geldi sonunda. Toplam iki yüz elli-üç yüzü buldu sayıları. 

Peki sonra ne oldu? 

Suruç’un yüzlerce kilometre ötesinde olanlar, IŞİD’li canlı bombanın gençleri hedef alarak öldürdüğünü duydular. IŞİD bilinen bir olaydı, kimse şaşırmadı. 

Oysa ki, aynı yerde oldukları halde ufak yaralarla sıyrılanlar vardı. Onlar yaşananların -ölümden kıl payı kurtularak- tanıklığını yaptılar. Patlamanın her saniyesini yaşayan HDP üyesi Özgür Eski, orada ne olup bittiğiyle ilgili soruları şöyle yanıtladı...

 

SGDF konvoyunda siz de vardınız. Olaylar nasıl gelişti?

Ben ilk otobüsle gelenler arasındaydım. Erken saatlerde geldiğimizden kahvaltı yaptık, dinlendik. Sonra işte, diğer arabalar geldi. Bir kısmı yüzünü yıkamak, üstünü değiştirmek için içeri girdi. Kimi bahçede oyalandı. Kobane’ye nasıl gidilecekti? Kaymakamlıkla ilgili işlemler vardı. Nüfus fotokopisi vb. şeyler gerekiyordu. Bunlar için gençlerden bir kısmı dışarı çıktı. Bir kısmı da eksik oyuncak ve kırtasiye malzemelerini tamamlamak için çevredeki dükkanlara gitti. 

Kobane’ye nasıl gidileceğiyle, eksikliklerle ilgili bir arkadaş konuşmaya başladı sonra. Biz de onun çevresine toplandık. Kalabalık ara ara slogan atıyordu. Ben de öyle dikilmiş dururken, on metre ilerde duran Süleyman Sayar adlı arkadaşım baktım bana el kol işaretleri yapıyor. İlk başta dikkate almadım, baktım ısrarlı gittim ben de. Onun yanına gideli bir dakika olmamıştı ki, patlama oldu. 

 

'Patlama sonrasında polis panzerleri kültür merkezinin kapısına yığınak yaptı'

 

Arkadaşınız sizi niye çağırdı, bir şey mi gördü?

Yanına gider gitmez, ‘içimde kötü bir his var’ dedi sadece. Sonra da patlama oldu. 

 

Patlama esnasında neler oldu, biraz anlatır mısınız?

Gökyüzüne doğru alevler yükseliyordu. Helikopter gibi bir şeyden ateş açıyorlar sandım. Yukardan bilyeler yağıyordu. Yukarı fırlayan insan vücutları parçalanarak yerlere saçılmaya başladı sonra. Yanımdaki arkadaşa şarapnel parçası saplandı. Birileri ‘ikinci bomba daha geliyor’ diye bağırmaya başladı. Tam o esnada dışarda bekleyen polis panzerleri kültür merkezinin kapısına yığınak yaptı. 

 

Güvenliği sağlamak, yardım etmek için mi?

Hayır. Öyle olmasını çok isterdim. Öyle bir hengame vardı ki, çevreden koşuşan halk yaralıları hastaneye yetiştirmek için bütün gücüyle seferber olmuştu. Etraftan ‘ikinci bomba geliyor’ diye bağırılıyordu. Panik halinde insanlar yaralıları kurtarmaya çalışırken polisler engel oluyor, yaralıları kurtarmaya çalışanlara saldırıyorlardı. 

 

Polis yaralıları kurtaranlara saldırırken halk ne yaptı?

Halk buna izin vermedi, cebelleşme oldu. Bunun üzerine polis gaz ve su sıkmaya başladı. Etraf büyük bir dehşete kesmiş, etraf, kopan bacaklar, parçalanan gövdelerden ve yoğun gaz bulutundan geçilmiyordu. Halk, polisin tüm engellerine karşı koyup, onları iterek Suruç Devlet Hastanesi’ne yaralıları yetiştirmeyi başardı sonunda.

 

‘Polis yaralıları kurtaranları sindirmek için ateş açtı’

 

Peki sonra…

Bunun üzerine bir kenara çekilen polis, canhıraş yaralıları taşıyanlara gülerek alay etmeye başladı. Ambulanslar nasıl geldi bilmiyorum. Ancak, ambulanslar gidemiyordu. Bu sefer de sivil polis araçları ambulansların önünü keserek, gitmesini engelliyorlardı. Halk sivil araçların üzerine yürüdü. Bunun üzerine araçlarda bulunan sivil polisler kültür merkezine doğru havaya ateş açtılar. Kurşunlanmayı göze alan halk sivillerin araçlarıyla önlerini tıkadıkları ambulansların önünü açmak için çok çaba sarf edildi. Şoku atlatan bazı arkadaşlar -delillerin karartılmaması için- kültür merkezine girmek isteyince, siviller bu kez de onların kültür merkezine girmemeleri için havaya ateş açtılar… Sağ kalanlar halkın yardımıyla hastane bahçesine toplandılar. Hastane hoparlöründen sürekli, ‘çevrede canlı bomba var, hastane bahçesini boşaltın” anonsları yapıldı.

 

‘Taşların toz haline geldiği yerde kimlik bulunmaz’

 

Olayı yaşayanlardan biri olarak, canlı bomba ve ona ait olduğu söylenen kimlikle ilgili düşünceleriniz nedir?

Canlı bombaya dair bir kimlik bulunduğu söyleniyor. İyi de bırakın kimliği, taşların bile toz haline geldiği patlamanın olduğu yerde, bulduklarını iddia ettikleri kimliğin varlığı anlaşılır gibi değil. Çünkü, eşyalar bir yana, bedenlerin paramparça olduğu bir durumdan bahsediyoruz. Kaldı ki, bu durumda canlı bombaya ait olduğu iddia edilen kimliğin esamesi bile okunmaz. 

 

Sizin gözleminize göre, oraya gelenler nasıl bir profil çiziyorlardı?

Şunu net olarak söyleyebilirim ki, orada ki gençlerin bileşimi Gezi profilini oluşturuyordu. Gezi’yi yaşayan biri olarak onları izledikçe bu duygum ve düşüncem öne çıktı. Şunu söylemem yanlış olmaz, orada bence Gezi’yi bombaladılar. Orada Gezi’yle Rojava’nın kucaklaşmasının intikamı alındı…

Yazarın Diğer Yazıları

Edebiyat sosyetesi, baskıcı iktidar(lar) ve arzunun halleri…

Arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar

Trajik kötülük varsa, Thomas Sankara da var!

İçimizden birkaç Thomas Sankara çıksaydı bütün bunları yaşar mıydık?

Gayya Kuyusu’ndaki Gregor Samsa…

Düşman olarak görülenlerin de hakları olduğunu unutmamakta yarar var; öyle ki, düşmanın bile olsa kara çalamazsın, iftira atamazsın!